Ölü Ozanlar Derneği

Geleneklere olan bağlılığı ve katı disiplin kurallarıyla ünlü Welton Akademisi’nin öğrencilerinin okul ve yatakhane arasında geçen tekdüze hayatları yeni İngilizce öğretmenleri John Keating’in okullarına gelmesiyle bir anda değişir. İyi birer üniversiteye girmeleri için onları çok yoğun bir tempoda çalışmaya zorlayan öğretmenleri ve ebeveynlerinin aksine,bu ele avuca sığmaz adamın onlardan tek bir isteği vardır:Anı yaşamaları ve hayatlarını olağanüstü kılmaları. Byron, Shelly, Keats ve Shakespeare ile edebiyatın büyülü dünyasına dalan gençler Keating’in öğrencilik yıllarında üye olduğu gizli bir kulüp olan Ölü Ozanlar Derneği’ni de yeniden canlandırırlar. Ne var ki daha yeni kavuştukları özgürlüklerinin trajik sonuçları olabileceğini çok geçmeden farkına varacaklardır. “Acaba Ölü Ozanlar Derneği’nin bu yeni nesil üyeleri hayallerini yıkmaya kararlı otoritelerin baskısından kurtulmayı başarabilecekler midir?”
Sefiller

Yoksul bir köylü çocuğu olan Jan Valjan, küçük yaşta annesini ve babasını kaybetti. Gidecek başka yeri olmadığı için yedi çocukla dul kalan ablasının yanına gitti. Yetim kalan çocuklara babalık, ablasına da yardım etti. Aradan geçen yıllar onu içine kapalı, sessiz, ama güçlü kuvvetli bir delikanlı yapmıştı. Çektiği sıkıntıdan yakınmıyor, yalnızca ablasının ve yedi çocuğunun karnını nasıl doyuracağını düşünüyordu. Bu hiç de kolay değildi maalesef... Jan Valjan’ın elinden her iş gelirdi. Yarıcılık, orakçılık, yanaşmahk ve bağ budayıcılığı... Ama bu işler de her zaman bulunamıyor, işsiz kaldığı zamanlar da oluyordu... Jan Valjan, kışın çok soğuk geçtiği ve kıtlık olduğu o yıl da işsiz kaldı. Kendini düşünmüyordu ama evde bir lokma ekmek bekleyen aç yedi çocuk vardı. Karınlarını doyurabilmek için hiçbir çare bulamayınca sonunda bir fırından ekmek çalmak zorunda kaldı.
Fahrenheit 451

*Yazılmış en iyi bilimkurgu romanı. İlk okuduğumda, yarattığı dünyayla kâbuslar görmeme sebep olmuştu.* -Margaret Atwood
*Öyle bir eser ki, hakkında ne söylesem eksik kalır.*
- Neil Gaiman
Hugo En İyi Roman Ödülü Prometheus Şeref Kürsüsü Ödülü
Ray Bradbury sadece bilimkurgunun değil fantastik edebiyatın ve korkunun da yirminci yüzyıldaki ustalarından biri. Bilimkurgunun *iyi edebiyat* da olabileceğini kanıtlayan belki de ilk yazar. Yayımlandığı anda klasikleşen, distopya edebiyatının dört temel kitabından biri olan Fahrenheit 451 ise bir yirminci yüzyıl başyapıtı.
Guy Montag bir itfaiyeciydi. Televizyonun hüküm sürdüğü bu dünyada kitaplar ise yok olmak üzereydi zira itfaiyeciler yangın söndürmek yerine ortalığı ateşe veriyordu. Montag’ın işi ise yasadışı olanların en tehlikelisini yakmaktı: Kitapları.
Montag yaptığı işi tek bir gün dahi sorgulamamıştı ve tüm gününü televizyonla kaplı odalarda geçiren eşi Mildred’la beraber yaşıyordu. Ancak yeni komşusu Clarisse’le tanışmasıyla tüm hayatı değişti. Kitapların değerini kavramaya başlayan Montag artık tüm bildiklerini sorgulayacaktı.
İnsanların uğruna canlarını feda etmeyi göze aldığı bu kitapların içinde ne vardı?
Gerçeklerin farkına vardıktan sonra bu karanlık toplumda artık yaşanabilir miydi?
Fahrenheit 451, yeryüzünde tek bir kitap kalacak olsa, o kitap olmaya aday.
*Mutlu olmamız için gerekli her şeye sahibiz, ama mutlu değiliz. Bir şey eksik. Etrafa bakındım. Ortadan kaybolduğunu kesinlikle bildiğim tek şey, on-on iki yıldır yaktığım kitaplardı.*
1984

Özgürlük iki kere ikinin dört ettiğini söyleyebilmektir.
Bu kabul edilirse gerisi çorap söküğü gibi gelir.
Sürekli savaş halindeki Okyanusya ülkesinin “Uçuş Pisti Bir” ismi verilen en kalabalık üçüncü eyaletinin başlıca şehri Londra. Yıl 1984. Nereye baksanız bir teleekran ve teleekrandan anbean sizi izleyen Büyük Birader. Zihninizi okuyan Düşünce Polisi ve görünmezlik zırhına sarılmış İç Parti yön2etiminde, en küçük bir bireyselliğe, özgür düşünce ve arzu belirtisine tahammül göstermeyen mutlak bir totalitarizm. Hakikat Bakanlığı’nda görevli memur Winston Smith’in bir eskici dükkânından alıp günceye çevirdiği küçük defter, hatırlamaktan ve sorgulamaktan vazgeçmeyen bir gözlemciye deyim yerindeyse sığınak olur. Ancak Julia’yla yaşadığı yasak aşk, uyandırdığı önü alınmaz bir yıkım dürtüsüyle, onu efsanevi Kardeşlik örgütü adına büyük bir komplo girişimine sürükler.
George Orwell’in 1949 yılında, 2. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında, adada inzivaya çekilerek yazdığı ve ölmeden önce tamamladığı bu son romanı, “Avrupa’da kalan son insan” üzerine muhteşem bir distopya.
Momo

Zaman, yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir.
Momo, büyük bir kentin tiyatro harabelerinde yaşayan küçük bir kızdır. Buldukları ya da kendisine hediye edilenler dışında hiçbir şeyi yoktur. Ancak olağanüstü bir yeteneği vardır: Momo, muhteşem bir dinleyicidir ve bunun için oldukça bol zamanı vardır.
Bir gün hayaletimsi topluluk *duman adamlar* ortaya çıkar. İnce hesaplı planlar kurup insanların zamanını çalarlar. Onları durduracak tek kişiyse Momo’dur.
Momo elinde bir çiçek, koltuğunun altında bir kaplumbağa ve gizemli Hora Usta’nın da yardımıyla koskoca duman adamlar ordusunun karşısında tek başına durur. Acaba Momo, zamanı çalan adamları tek başına alt edebilecek midir?
Toplumumuz ve günümüz insanının zaman algısı ve zamanı okuması üzerine bir masal olan Momo’yla Michael Ende, Alman Gençlik Edebiyatı Ödülü’ne layık görülmüştür. Pek çok kez sinemaya uyarlanan Momo, kırktan fazla dile çevrilmiş, tüm dünyada 7 milyonun üzerinde satılmıştır.
Harry Potter Serisi

Felsefe Taşı
Sırlar Odası
Azkaban Tutsağı
Ateş Kadehi
Zümrüdüanka Yoldaşlığı
Melez Prens
Ölüm yadigârları
Yüzüklerin Efendisi -I- Yüzük Kardeşliği

'Yüzüklerin Efendisi' son yüzyılın en çok okunan yüz kitabı arasında en başta geliyor; bilimkurgu, fantezi, polisiye, best-seller ya da ana akım demeden, tüm edebiyat türleri arasında tartışmasız bir önderliğe sahip. Bir açıdan bakarsanız bir fantezi romanı, başka bir açıdan baktığınızda, insanlık durumu, sorumluluk, iktidar ve savaş üzerine bir roman. Bir yolculuk, bir büyüme öyküsü; fedakârlık ve dostluk üzerine, hırs ve ihanet üzerine bir roman.
Yüzüklerin Efendisi -II- İki Kule

Macera, son hız devam ediyor! Yüzüklerin Efendisi – İki Kule, efsane serinin ikinci kitabı olarak okurlarıyla buluşuyor. Yazar John Ronald Reuel Tolkien’in unutulmaz serisi, okurlarını fantastik ve macera dolu bir dünyaya yolculuğa çıkarıyor. İlk kitapta öne çıkan Yüzük Kardeşliği ikinci kitapta bozulurken, taşlar yerinden oynuyor ve büyük savaşa giden yolda pek çok gizem netlik kazanıyor. Orta Dünya efsanesinin büyüsüne kapılacağınız bu serüven, bir çırpıda okunmayı bekleyen eserler arasında!
Yüzüklerin Efendisi -III- Kralın Dönüşü

Yüzüklerin Efendisi son yüzyılın en çok okunan yüz kitabı arasında en başta geliyor. Türkçe basımının ilk iki kitabı Yüzük Kardeşliği ve İki Kule, bu ilginin evrenselliğini kanıtladı. Polisiye ya da bilimkurgu meraklıları, şiir, roman ve öykü okurları, hep birlikte Frodo, Sam, Merry, Pippin, Aragorn ve Gandalf'ın maceralarını okumaya, 'Orta Dünya'da yaşamaya başladılar.Üçüncü kitap Kralın Dönüşü ile birlikte Yüzüklerin Efendisi tamamlanıyor: Bu kısımda Karanlıklar Efendisi ile Yüzük Kardeşliği, iki cephede karşı karşıya geliyorlar. Frodo ve Sam ellerinde hepsine hükmedecek Tek Yüzük ile Mordor'un içine, karanlığın kalbine doğru bir yolculuk yaparken, diğerleri de karanlığa karşı son cephe olan Gondor'da umutsuz bir savunmaya girişiyorlar...
Puslu Kıtalar Atlası

Türk edebiyatının güçlü kalemlerinden İhsan Oktay Anar, 1995’te yayımladığı Puslu Kıtalar Atlası ile 7’den 70’e geniş bir okur kitlesine ulaşmaya devam ediyor. Eserinde fantastik ve tarihi roman özelliklerini ustalıkla bir araya getiren yazar, zengin anlatımı ile okurlarına benzersiz bir deneyim sunuyor.
Puslu Kıtalar Atlası, Anar’ın yayınlanan ilk romanı olmasına karşılık, içerik ve biçim bakımından Türk edebiyatının en olgun örnekleri arasında gösteriliyor. Yayımlandığı dönemden itibaren 50’den fazla baskıya ulaşan eser, geçmişin ikonik ögelerini yenilikçi bir anlatımla okurlarına aktarıyor. Bunun yanı sıra yazar, geleneksel iç içe öyküleme tekniğini de postmodernist bir yaklaşımla “üst kurmaca” olarak yeniden yorumluyor.
Puslu Kıtalar Atlası, ana tema olarak varlığın gerçekliğini ve kurgusallığını sorguluyor. Roman boyu ön planda tutulan bu sorgulama, okurun kitapta gerçekleşen tüm olaylara farkındalık ile yaklaşmasını sağlıyor. Hatta romanın başkahramanı Uzun İhsan da olay örgüsünü aynı ikilem üzerinden başlatıyor.
Romanın başında Uzun İhsan, okuduğu bir kitabın etkisinde kalarak sürekli varlığın gerçek mi yoksa düş mü olduğuna kafa yormaya başlıyor. Bunun sonucunda uyku şurubu içerek düşler alemini dolaşmaya karar veriyor. Gördüğü rüyaları ise bir kitaba aktararak oğlu Bünyamin’e veriyor.
Uzun İhsan’ın gördüğü düşler ve oğluna bıraktığı kitap, romanın çerçevesini oluşturuyor. Altı bölümden oluşan romanda, söz konusu ana hikaye ve Bünyamin’in maceralarından oluşan farklı öyküler yer alıyor. Bu noktada Bünyamin de romanın bir diğer başkahramanı olarak okurun karşısına çıkıyor. Babasının ona bıraktığı atlas rehberliğinde düşler aleminde yolculuğa çıkan Bünyamin, bu serüvenin sonunda sizce nasıl bir cevaba ulaşacak?
Benim Adım Kırmızı

Yeni Türk edebiyatının dünya çapında en çok okunan ve sevilen romanı Benim Adım Kırmızı, Orhan Pamuk’un tema ve olay örgüsü bakımından en pozitif romanı olarak tanımlanıyor. Zengin anlatım gücü ve usta tekniğiyle yerli edebiyatın en başarılı isimleri arasında yer alan Pamuk, Benim Adım Kırmızı’da Türk romanının temel konularından biri olan Doğu-Batı medeniyetlerinin kapsamlı bir karşılaştırmasını yapıyor.
Yayımlanmasını takip eden süreçte Fransa ve İtalya’da “yılın kitabı” seçilen Benim Adım Kırmızı, yazarın en çok dile çevrilen eseri olarak farklı kitleleri ortak beğenide bir araya getiriyor. Okurlarıyla ilk olarak 1998 yılında buluşan eser, yazara Uluslararası IMPAC Dublin Ödülü’nü de kazandırmış olmasıyla edebiyat alanında Türkiye’nin en önemli değerleri arasında yer alıyor.
Bitmeyecek Öykü

Bastian tuhaf görünümlü bir kitap sayesinde kendini, güzel fakat tehlikenin pençesindeki Fantazya diyarında bulur. Bu büyülü ülkeyi, Çocuk İmparatoriçe’ye yeni bir isim vererek sadece bir “insan” kurtarabilir. Ancak saraya giden yol ejderhalar, devler, canavarlar ve birçok büyülü yaratığın yaşadığı yerlerden geçmektedir.
Bastian maceraya atılır atılmasına… ancak dönüş yolunu bulmak o kadar kolay değildir. Fantazya’nın derinliklerine girdikçe, dile getirilemeyecek kadar kötü yaratıklarla ve kendi kalbinin gizemleriyle yüzleşecek cesareti bulması gerekecektir.
“Büyülü dünyaya dalıveriyorsunuz… Hareketli, yenilikçi ve duyarlı.”
The Washington Post
Pia Mater

PİA MATER, bir roman ancak bildiğimiz romanlardan çok farklı. Yazarın tanımlaması ile o bir Nöro-Roman. Bir sinirbilimci olan Serkan Karaismailoğlu daha önce yayımlanmış olan Kadın Beyni Erkek Beyni ve Beyinde Ararken Bağırsakta Buldum adlı kitaplarından sonra ilk defa bir roman denemesiyle okuyucunun karşısına çıkıyor. Ancak bu kitabında da gene bilim var. Bildiğimiz roman kurgusunun içine ustalıkla yerleştirilen bu bilimsel veriler, roman kahramanlarının eşliğinde bir hikâyeye dönüşüyor.
Macera, bilim ve heyecanlı bir kitap okumak istiyorsanız PİA MATER tam size göre. Elma Yayınevi bir ilki daha buluşturuyor okuruyla; Serkan Karaismailoğlu ve Nöro-Roman…
Nöro-Roman: Sinirbilimsel gerçeklerin, belli bir kurgu ve hayali karakterler eşliğinde okuyucuya sunulduğu bir roman türüdür.
Adam bir türlü anlamıyordu. Beyin üzerine onlarca kitap ve araştırma okumuştu. Bu konuda kendisini önemli bir şekilde geliştirmişti ama gene de anlayamıyordu. Nasıl olur da bir başka insanı bu kadar net içinde hissedebilirdi ki. Onu gördüğü her an, sahip olduğunu sandığı bütün organlarının aslında ne kadar bağımsız ve başına buyruk olduklarını bir kez daha algılıyordu. Yıllardır beraber yaşadığı kalbi artık başkası için atıyordu, beyni desen çoktan olay yerini terk etmişti. Kendi hücreleri bile dinlemiyordu adamı. Bir insanın hücresi neden bir başkası için kendi vücuduna ihanet ederdi ki... Ama adam bir şeyden çok emindi. Tüm hücrelerinin kendisini terk edeceğini de bilse, onu gördüğü tek bir anı bile dünyada hiçbir şeye değişmezdi
Arachnoid Mater

Elma Yayınevi yazarlarından Serkan Karaismailoğlu, Mater Serisinin ikinci kitabı Arachnoid Mater ile okurlarla buluşuyor. Serinin ilk kitabı olan Pia Mater’den sonra merakla beklenen ve ilk kitabın devamı niteliğindeki bu eser, okuyucuyu inanılmaz heyecanlı ve gizemli olaylara sürükleyecek gene. Hepimizin yakından tanıdığı karakterlerin yaşadıkları esrarengiz olaylara bir kez daha şahit olacağız. Bu heyecanı yaşarken yazarın incelikle metnin içine işlediği bilimsel veriler ise eminiz ki Nöro Roman sevenleri Mater Serisine hayran bırakacak.
Merhaba okuyucu. Kim olduğunu ya da hangi tarihte olduğumuzu bilmiyorum ama şu an bu satırları okuduğuna göre bir şekilde yolumuz kesişmiş demek. Baştan uyarayım. Burada yazanlar küçük bir olayın parçasıymış gibi görünse de aslında kökleri oldukça derinlere uzanan karışık bir hikâye var karşında. Hatırlayabildiğim kadar yazmaya çalıştım her şeyi. Çünkü ben sonum. Olur da bana bir şey olursa, nöronlarımda yaşamakta olan bu bilgiler toprağa gömülecek. O yüzden her şeyi yazmak istedim. Geçmişim ve hatıralarım ölmesinler diye onları diri diri sayfaların içine gömdüm. Umarım beni ve yaşadıklarımı anlarsın. Evime ve vücuduma hoş geldin.
Dura Mater

“Şu an ellerinizin arasında olan Dura Mater adlı kitap, 3 kitaptan oluşan Mater Serisinin üçüncü ve sonuncu kitabıdır. O nedenle Bölüm 101’den başlamaktadır. Eğer serinin ilk iki kitabını okumadıysanız lütfen elinizdeki kitabı usulca aldığınız rafa geri koyunuz.”
Yazar Serkan Karaismailoğlu, bu cümlelerle başlıyor Mater Serisinin 3. ve son bölümüne… İlk iki kitabın konusunu oluşturan heyecanlı serüveninin sonunu ve kahramanların yaşadıklarını okuyoruz Dura Mater’de. Her zamanki gibi bilim, bilim tarihi, macera ve heyecan dolu bir hikâye sizi bekliyor…